Felsefe Boş Bir İş mi?

Osman Çamakçı

Felsefe ile uğraşmak, ‘felsefe yapmak’ terimiyle genel kitleler tarafından aşağılanmaya çalışılan bir ‘boş vakit’ işi değildir. Zira soru sormayan, cevap da veremeyecektir.
Felsefe, temel olarak, esasında, soru sormaktır; daha da ötesi, ‘soru sormayı’ bilmektir. Demem o ki, felsefe için soru sormak, cevap vermekten daima önce gelir. Hem, sorular da verilen cevapları önceden belirler. Demek ki felsefe ‘doğru soru sormayı’ bilmektir, zira soruların soruluş biçimleri cevapların veriliş biçimlerini belirler. Öyleyse doğru soru sormak belli bir soru sorma yöntemi gerektirir. Her felsefi akım ve girişim düşünce tarihinde yeni bir soru sorma yönteminin ortaya çıkması da demektir. Ayrıca sorulan her soru belli bir biçimde şekillenmiş olan zihin evrenimizde, düşünsel yapımızda kendiliğinden gedikler açar. Buradan bakılınca her soru aslında yerleşik düşünce yapımızı sarsan bir devrimin gerçekleşmesini sağlamaktır. Öyleyse devrim, felsefenin ta en başında vardır. Devrim ile felsefe, felsefenin doğası gereği içiçedir.

Felsefe cevap vermez mi?
Öyleyse felsefe ile uğraşmak, ‘felsefe yapmak’ terimiyle genel kitleler tarafından aşağılanmaya çalışılan bir ‘boş vakit’ işi değildir. Çoğu kimse için felsefeyle uğraşanlar, toplum ve insanla hemen direkt ilişki kuran sorunlarla uğraşmazlar da, işin ayrıntısıyla uğraşan insanlardır. Tuzu kuru, boş zamanı bol olanların işidir. Filozof deyince, uzun sakallı, saç sakal birbirine karışmış, kendileri de uğraştıkları iş kadar tuhaf insanlar gelir akla. Bunlar çoğunlukla sıcak evlerinde, kitap yığınları arasında, sadece kendi bildikleri nedenlerle toplumu hiç de ilgilendirmeyen, tuhaf düşüncelerle ilgilenir. Elbette ki, bu yalnızca bir önyargı.
Felsefe belki toplum ve insanın ihtiyacını hissettiği acil cevaplar vermez, ama esasa ilişkin, temel sorunlarla uğraşarak, bu sorunlara çözüm bulmaya çalışarak toplumun ve insanın kullanımına genel bir düşünsel çerçeve oluşturup sunar. Öyle ki, sanki felsefe bir körün elindeki asa gibidir. Felsefesiz bir toplum, nereye gideceğini bilemeyen köre benzer. Belli bir yönü yoktur. Belli bir bakışa sahip olmadığı için de sürekli yalpalamaya, yolunu şaşırmaya, kendine özgü bir kişilik bilincinden yoksun olmaya mahkûmdur. Demek ki, felsefe sanıldığının aksine, bir toplumun varlığını sürdürmesinde, o toplumu oluşturan bireylerin kişilik ve varlık bilincine sahip olmalarında esas öneme sahiptir. Zira soru sormayan, cevap da veremeyecektir.
Ülkemizin maalesef bölük pörçük arayışlardan, bir deneme olma niteliğini aşamayan girişimlerden öte bir felsefesi yok. Örneğin, bir Alman felsefesinden, bir Fransız felsefesinden söz edildiği gibi bir Türk felsefesinden söz edilebilir mi? Evet, felsefi nitelikte münferit girişimlerden söz edilebilir, ama bir felsefe dünyamızın var olduğundan söz edilebilir mi? Ülkemizin hâlâ kavram kargaşası içinde birbirini tam anlayamayan bireylerden oluşan bir topluluk olmasında bir felsefe dünyasının bulunmayışının etkisi çok büyüktür.
Böyle bir dünyamızın oluşmamasında devletin, düşüncenin önüne set çekme anlayışının da etkili olduğunu söylemek gerekir. Böyle yaparak aslında devlet, kendi altını oymaktadır, çünkü felsefesi olmayan bir toplum hangi yöne gideceğini asla bilemeyen bir şaşkın gibidir.
Felsefesiz eylem kör, eylemsiz felsefe boştur!

(Baykuş Dergisi)