İkilemlerimizin Sıklığı, Üçlem Ve Diğerlerinin Azlığı Üzerine Bir Analiz

Mehmet Yapıcı
myapici@aku.edu.tr

İkilem; karar verme, kararsızlık, seçme, tercihte bulunma, kaçınma durumları karşısında insanın yargı bildirme amacıyla içinde bulunduğu zihinsel etkinliği ifade etmektedir.

İnsanlık tarihi ikilemlerin tarihi olarak da okunabilir. Tek tanrılı dinler öncesi, tanrısallık da ikili idi; eril-dişil tanrılar… İnsanın tarihsel gelişiminde, ikilemlerin varlığı yadsınamaz bir gerçek olarak, fizik dünyadan fizik ötesi dünya algılarına kadar bütün insansal yaşantıları etkilemektedir. Aydınlık-karanlık, açlık-tokluk, yaşamak-ölmek, inanmak-inanmamak… Tarihsel bağlamı içinde insanın ikilemlere bağlı zihinsel algılama düzeyi, başlangıçtan bugüne, bir neden-sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Bu “neden-sonuç” betimlemesi bile bir ikilemi ifade etmektedir.

Toplumların gelişmişlik düzeyi ile ikilemlere düşkünlüğü arasında doğrusal bir ilişki olduğu göze çarpmaktadır. Az gelişmiş toplumlarda, sınıf çelişkileri daha kesin ve betimleyicidir. Zengin-fakir, soylu-avam, laik-anti laik, sağcı-solcu, dindar-dinsiz gibi… Toplumsal gelişmişlik zihinsel gelişmişliğin bir yansıması olarak düşünülmelidir. Bir toplumun tükettiği sanatsal yaratılar ve estetik tutumu, onun zihinsel algılamalarındaki çeşitliliği yansıtmaktadır. Kitap okuma düzeyi istatistikleri gelişmiş toplumlarla gelişmeye devam eden toplumları, açıkça, ikilemlere olan düşkünlüğü açısından ifade etmektedir. İyi kitap kötü kitap ayrımı gelişmekte olan toplumların betimlemesi olarak göze çarpmaktadır. Kitapları devlet yanlısı devlet karşıtı olarak betimleme yine gelişen ya da gerileyen toplumlarda göze çarpmaktadır. Gerileyen toplum kavramı, ikilemlere boğulan toplumu ifade etmek için bilinçli olarak seçilmiştir.

Gelişmişliği sadece ekonomik değer ve verilerle açıklayan sosyal kuramlar, ne yazık ki toplumsal betimlemeleri kaotik bir bağlama sürüklemektedir. Gelişmişliğin zihinsel tutum ve davranışlar açısından ele alınması, bunun için de olgu ve olayların ele alınış biçimlerinin analiz edilmesi gerekir. Olgu ve olay analizi tekli, ikili, çoklu mu yapılmaktadır? Bir sorun karşısında toplumsal tepkiler kaça ayrılmaktadır? Bu tür analizler ikilemlere olan düşkünlük düzeyini vererek zihinsel gelişmişliğimiz konusunda yargılar geliştirilmesini kolaylaştırabilir. Toplumsal bilinç atmosferimizi belirleyen, ikilemlerle olan ilişkimizin düzeyi olabilir mi? Toplumsal bilinç atmosferi kavramından, toplumsal olgu ve olayların yaşandığı andaki bağlamı ifade etmek istiyorum. Bu bağlam, o andaki gelişmişlik düzeyi (ekonomik, sosyal, politik, kültürel değişkenler), bireysel karakteristikler (eğitim, zihinsel algılama, duygusal ve sosyal statü durumları) ve olgu ve olayın topluma yansıma (yansıtılma) düzeyinin belirli bir andaki durumunu içermektedir.

Toplumsal bilincin gelişmişliğini anlayabilmek için öncelikle bireyin gelişmişliğinin analizinden başlamak gerekir. Birey nasıl bir zihinsel ortama doğup gelişmektedir? Bu ortam onu ne tür açılımlara sürüklemektedir? Bu anlaşılmadan toplumsal bilinç ve tepkilerinin analizi manipülasyondan öteye gitmeyebilir.

İnsan neredeyse ikilemlerin içine doğmuş gibidir. Olgu ve olayların ardında yatan nedenler, çoğunlukla ikili mantıkla açıklanmaya çalışılır. Ya o ya bu. Üçlem, dörtlem ve diğerleri düşünül(e)mez.

Belirli bir durum için, ikilem belirleyici olmadığında; fena değil, eh işte, ortalama, vasat, gibi son derece soyut, açıklıktan uzak, betimleyici olmayan ifadeler kullanıldığı görülür. İnsan düşünüşü ikili yapıya uygun olarak biçimlendiği için, üçlemler, dörtlem ve diğerleri ile karşılaşıldığında, insanların bocaladığı, karar vermekte güçlük çektikleri görülebilir. Acaba, bu durum insanın doğuştan getirdiği bir nitelik midir yoksa öğrenilen bir tutum mudur?

İnsanının doğumundan sonraki gelişim sürecine bakıldığında, insanoğlunun ikilime uygun bir davranışlar sistemine sahip olduğu görülmektedir. Yaklaşık 3 yaşına kadar, süperego ve sosyal benin ortaya çıkmasına kadar çocuk, tercihlerinde ikili bir mekanizma kullanır. Beğenir veya beğenmez, ister veya istemez, yer veya yemez, giyer veya giymez. 3 yaşından itibaren sosyal benin oluşması ile birlikte, model aldığı yetişkinlerin yarattığı uyarıcıların etkisi ile onlar gibi davranmaya, konuşmaya başlar. 3 yaşından itibaren zihinsel ve duygusal olarak olgunlaşmaya başlayan çocuk, tercihlerde bulunur. Ancak çoğunlukla tercihlerinde, anne-baba etkisi ile ya da sunulan uyarıcılar nedeniyle, 3 yaş öncesi edindiği davranış kalıplarını alışkanlığa dönüştürmeye yani ikilemsel yaşantıları içselleştirmeye başlar. Örneğin, sofraya davet edilen çocuk, yemekte hoşlanmadığı seçenekler sunulduğu için, yemek yememeyi tercih edebilir. Bu durumda anne-baba, onu ya yemek yemeye zorlar ya da yemekten men etmeye kalkar. Oysa, bazılarını yemesine izin verilmesi bazılarını da tercih etmemesine saygı duyulması onu ikilemlerden üçlem ve dörtlemlere geçirebilir. Bu da sofraya bazı basit eklentiler yapılması ile oluşturulabilir. Bunun varsıllık düzeyi ile bir ilintisi yoktur. Bunun sadece çocuğa yönelik tutumla ilgisi vardır.

Çocuğun önüne zengin bir menü sunulması onu ikilemlerden kurtaramaz. Onu ikilemlerden kurtaracak olan onu gösterilen tutumdur. Bu tutum ise farklılığa yüklenen anlamla ilintilidir. Bütün insanlar farklıdır. Bir insan sadece sağ veya sol görüşlü değildir. Bir insan solcu, muhafazakâr, dindar, eğitimsiz, heteroseksüel, Finlandiyalı, şiir sever…vs. olabilir. Buna kimsenin bir itirazı da olmaz. Sorun, bunların hepsinin bir arada düşünülebilir olmasında yatmaktadır.

Shakespeare’in “olmak ya da olmamak” ikilemi, okur-yazar hemen hemen her insanın baş tacı ettiği bir betimlemedir. Bu ikilemi bu kadar etkileyici kılan nedir? Acaba sadece bir ikilem olması onu çekici kılıyor olmasın? Olmakla olmamak arasındaki başka ihtimalleri düşünmek, insanın zihinsel tasarımını zorladığı için mi onları düşünmekten vazgeçiyoruz yoksa öyle düşünmeye alıştığımız için mi?

İkilem kolay ve basit olanı tercih etmek olarak düşünülebilir. Üçlem, dörtlem, beşlem ve diğerleri ise insan açısından zorlayıcı ve karmaşıktır. Bu tür karmaşık ve zorluk düzeyi yüksek yaşantılar ise, yetişkinlerin çocuklardan uzak tuttuğu bir bağlamdır. Bu bağlamdan uzak çocuğun, ikilemleri aşarak, üçlem ve diğerlerine ulaşması beklenemez.

Çocuklukta öğrenilen ikilemler, bütün yaşantımızın temel belirleyicisi olmaya başlar. Olgu ve olaylar ikilemlere indirgenir. İnsanlara karşı gösterilen davranış kalıpları ikilemler üzerinde yükselir. Oy verirken ikili bir parti sistemi demokratik gelişmişlik olarak betimlenir. Demokratik olmanın kendisi de bir ikilemin üzerinde yükselmiştir. İyi yurttaşlığın ölçütü oy kullanıp kullanmamaktır.
Düşüncelerin ikilemler üzerinde yükselmesi, duygu ve tutumları da ikilemlere dönüştürür. Sevmek ya da sevmemek, hoşlanmak ya da hoşlanmamak, çevreci olmak ya da olmamak gibi. Oysa, duygusal ve düşünsel zenginlik, üçlem ve diğerlerini gerektirir. Russel, Da Vinci, Einstein, Wittgeinstein ve Joyce’u farklı kılan üçlem ve diğerlerini aramadaki nitelikleri değil mi? Ulysses’de karakterlerin bir özelliği de, ikilemlerin ötesinde bir bağlamda ifade edilmesidir. Karakterler, olgu ve olaylar, iyi ile kötü, güzelle çirkin arasında gidip gelirler. Ulysses ikilemlerin ötesinde bir yapıttır. Ve sanırım bu özelliği onu bir başyapıta dönüştürmektedir.

İkilemler, öğrenilenler için de geçerlidir. Bir şeyi ya öğrenmişsinizdir ya da öğrenmemişsinizdir. Ya başarılı olunur ya da başarısız. Ya okulu severiz ya da sevmeyiz. İyi ve kötü öğretmenler vardır. Dost ya da düşman ülkeler vardır. Ahlâklı insanların nitelikleri vardır. Örneğin yalan söylemez ahlâklı insan. Bu iklimler içinde büyüyen ve öğrenen insan, anne-babasının, sosyal önderinin, politik liderinin yalanlarını algıladığında, bocalar, kuşkuya düşer. İkilemlerin arasında sıkışıp kaldığı için üçlem ve diğerlerine geçmesi zor olur.

İkilemlerden kurtulmak gerekir mi? Kuşkusuz bu, ikileme yüklenen anlamla ilintilidir. İkilemler yaşamı basitleştirir. Bazen basitlik aranan bir şeydir. O zaman ikilemler de gereklidir. Ama evren karmaşık ve zordur. İkilemlerden üçlem ve diğerlerine geçmek gerekir. İkilem, görünen basit yüzey, somut düşünce; üçlem ve diğerleri ise derinlik, soyut düşünce, analitik ve sorgulayıcı düşünme olarak ele alınabilir.

İçine fırlatıldığımız yaşam bizim tercihimiz değildir. Ancak içine fırlatıldığımız uyarıcı ortamını değiştirmek bizim tercihlerimizle bağlantılıdır. Kendimizi değiştirmediğimiz için, suçu fırlatıldığımız ikilemlere yüklememeliyiz. Onlar biz istediğimiz için, tercih ettiğimiz ve sürdürdüğümüz için var olmaya devam etmektedirler.

Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele, bunun içindeki tınıları, renkleri, algıları, bilinç durumlarını arayıp bulabilmek.