Ses

Ahmet Altan

Yeryüzünden geçen milyarlarca insan arasında, Tanrı'nın eşi bulunmaz muhteşem bir ses armağan ettiği bir kaç kişiden biriydi Caruso; sustuğu zaman herkese benzeyen bir adamdı, ama ağzını açtığı zaman onun gırtlağından hiç kimseninkine benzemeyen, billurdan bir şelale gibi çağıldayan bir ses çıkıyordu.

Sesi, onu bütün diğer insanlardan ayırıyor ve farklı kılıyordu.

Bütün dünyayı dolaşıyor, konserler veriyor, şan, şöhret, para ve sahne kapısında sıra sıra bekleyen hayranlar kazanıyordu.

Bu koşuşturma içinde bir gün bir kıza rastlayıp aşık oldu.

Kız, zengin bir ailenin çocuğuydu ve babası "sesi" küçümsüyor, önemli olanın para olduğuna inanıyordu.

Gergin ve zor günler yaşıyorlardı.

Bir gün uzun süren bir turneden sonra Caruso sevgilisinin yaşadığı kente geldiğinde, hemen koşup sevgilisini görmek istedi.

Ama onu durdurdular.

- Konsere yetişmen gerekiyor, dediler, seyirciler seni bekliyor.

Caruso, belki de hayatında ilk kez, kendini diğer insanlardan ayıran o olağanüstü sesinden yakındı:

- Ben ne zaman bir yerde olmak istesem, sesimin başka bir yerde olması gerekiyor.

Dışarıdan bakanlara, buzlu camdan bir fanusun içinde uçuşan ışıklı kelebekler gibi gözüken aşk maceralarının rengarenk, hareketli ve her zaman kendi belirsizliğiyle sırlanmış dünyasının en özel ve en trajik üçlüsünü ve bu üçlünün çıkmazını en iyi anlatan cümleydi bu.

Napolili yoksul bir ailenen onsekizinci çocuğu olan Caruso'yu çekici kılan, onun kaba köyü yüzü, gizli bir kibirle omuzlarını geriye doğru atarak yürüyüşü, hiç yanından ayırmadığı çocukluk arkadaşlarıyla şakalaşması değil, o olağanüstü, hem yumuşak, hem güçlü, hem melodisinde Tanrısal tını taşıyan sesiydi.

New Yorklu zengin kızı bu Napolili köylüye aşık eden bu sesti.

Caruso'nun sevdiği kadının yanına koşmasını engelleyen de aynı sesti ama.

Bu yüce ses, birleştiren ve ayırandı.

Geçen yüzyılın sonuyla, bu yüzyılın başına damgasını vuran, plağa kaydedilen ilk sesin sahibi olan Caruso, her yeteneğin, her başarının, her farklılığın bir bedeli olduğunu, yetenekli bir insanın hayatını yeteneğiyle paylaşması gerektiğini, hatta hayatını yeteneğinin emrine verip kendi isteklerini bastırması ve hayattan geri çekilmesi gerektiğini New Yorklu bir kadına aşık olunca öğreniyordu.

Kendi sesi Caruso'yu esir alıyor, bu eşsiz tenorun hayatını istediğince yaşamasına izin vermiyordu.

Sesinden vazgeçemiyordu.

Çünkü sesi olmadığı zaman o hiç kimseydi.

Sevdiği kadına bile verebilecek sesinden daha iyi bir şeyi yoktu.

Ama o sesi sevdiği kadına verebilmesi için, tam o kadına koşmak istediği sırada, sesinin emrine girmesi, sesinin bulunması gereken yere gitmesi gerekiyordu.

Ve bunu sevdiği kadına anlatabilmesi mümkün değildi.

Kadın; "Neden hayatımızı özgürce yaşamıyoruz?" diye soruyordu, "aşk her şeye kadir değil mi?"

Sevdiği erkeğin, aslında bir erkek değil, erkek görüntüsünde bir ses olduğunu ve görüntünün sese kölelik yaptığını kavramakta zorlanıyordu; Caruso ise tek bir bedenin hem kendisine hem de sesine hizmet edemeyeceğini, bir tanesinin yaşamaktan vazgeçmesi gerektiğini hissediyordu.

"İnsan hayatını özgürce yaşamalı, aşkının peşinden gitmeli" öğüdü, Caruso için geçerli olmuyordu.

Aslında hayatın hangisi olduğunu bile bilmiyordu.

Aşkı yaşamak mıydı hayat, yoksa şarkı söylemek mi?

İkisi birbiriyle çakışınca hangisini seçmeliydi?

Hangisini seçmek hayatını özgürce yaşamak olacaktı?

Sesi mi önemliydi, yoksa sesi içinde taşıyan beden mi?

Caruso o gün sesinin olması gereken yere gitti.

Sevgilisine ancak daha sonra koşabildi.

Sevgilisi, belki de hiç affetmedi Caruso'nun önce kendisine değil de 'sesinin olması gereken' yere gitmesini, belki bunu aşkın eksik bir işareti olarak gördü, belki, "Beni yeterince sevseydi önce bana gelirdi" dedi.

O kadar büyük bir sesi taşıyan bedenin hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamayacağını belki de fark edemedi.

Kendi yeteneğiyle sakatlanan Tomstoy gibi, laboratuarıyla laboratuaran dışındaki hayat arasına sıkışınca Madam Curie gibi Carosu da sesiyle bedeni arasındaki dövüşü ömrü boyunca sürdürdü; her zaman 'sesinin bulunması gereken yere' taşıdı bedenini ve hep pişmanlıklar ve suçluluk duyguları yaşadı.

Daha sonra, sevdiği kadının ailesinin itirazlarına, 'sesinin' aralarında daima üçüncü bir kişi olarak bulunmasına aldırmadan sevgilisiyle evlenmeyi başardı.

Hep üç kişi yaşadılar.

Ses oradaydı, aralarındaydı hep.

Sesin gitmesi gereken yerler vardı.

Caruso karısının yanında kalmak istediğinde bile sesinin peşinden, sesine lanet ederek gitti.

Hiçbir zaman aşkını yaşaması gerektiği gibi yaşayamadı.

Bütün dünya onu hayranlıkla dinlerken, o evini ve sevdiği kadını özledi.

Bir gün...